9 Ocak 2015 Cuma

Yaş(lar)ımız...


1. Temelde/öncelikle, hiçbir yaşımız yok(tur)!

2. Çevrenin, öteki kişinin algıladığı/yorumladığı yaş.

3. Duyumsanan/hissedilen/düşünülen/istenilen yaş(lar). [Zihin yaşı, enerji yaşı, coşku yaşı vs. gibi.]


4. Yoğunluk yaşı. [Deneyim ile, yaşamın getirdikleri ile gelinen yaş.]


5. Ön kabul olarak, bazı açılardan algıda/yorumda ilişkilendirilmeye "yarayan" kayıt/"doğum" yaşı.


6. Sabitlenmiş, belirli bir yaşta durdurulmuş yaş.

( Kişilerin yaşı, arada belirli bir yakınlık, sohbet/muhabbet, hukuk olmadıkça, sorulmaması gereken sorulardan biridir.[Bay/Bayan fark etmez!] Kişi, kendi paylaşmak istediğinde öğrenilecek bir konudur/ayrıntıdır. Kişiler, sorulduğu için yanıtlamak zorunluluğunda bırakılmamalıdır. )



KAFKASLAR'DA YAŞLAR: 0-40 ve 40-70 ve 70-110 ve 110 ve üzeri
( Çocuk. VE Delikanlı. VE Olgun. VE Yaşlı. )
( Özellikle cirit oyunlarında uygulanır. )





Hiç Kimse...


* Varoluşundan şüphe edemez ve varoluşunu inkâr edemez.


* Kendisi için rahmet okuyamaz.


* Dirseğini yalayamaz.


* Gölgesinin dışına zıplayamaz.


* Ayak parmaklarından birini ötekilerden ayrı olarak bükemez.
[ Biri bükülmek istendiğinde hepsi bükülür. ]


* Duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar kör, 
anlamak istemeyen kadar âciz, yapmak istemeyen kadar âtıl olamaz!


* Yalnızken, dengede değildir.


* Üçüncü kişi olmayı kabul etmez/edemez!
[ Üç kişi biraradaysa, bir kişi orayı terk etmelidir! ]


* 'nin terazisi, bir başkasını tartmaya yetmez!


* Bulunmaz Hint kumaşı değildir!




"KARIŞMAK": NE YAPMAYACAĞI/NA / SÖYLEMEYECEĞİ/NE değil NE YAPTIĞINA/SÖYLEDİĞİNE


Kişilerin ne söyleyeceğini ya da yapacağını söylemeye, "müdahale" ya da "karışmak" denilebilir (belki ve çoğu şey için). Fakat ortak olan kavram, ifade, durum, davranış ve tutumlarda, toplumsal birlik, düzenlilik ve sürekliliğin sağlanması için gerektiğinde, hepimizin, birbirimize neyi yapamayacağını/yapmayabileceğini söylemesi kabalık ya da karışmak değildir!

Birine, ne yapmayacağını söylemek/anlatmak/göstermek, karışmak değildir! 
["Karışmak" sözü/sözcüğü, yapılacak yanlış ya da doğru olan eylem/söz için kullanılabilir ancak.]




EŞİTLİK değil/yerine/< ADÂLET


Adâlet, güçsüzün hakkının/haklarının savunulması/korunmasıdır. 
Lâyık olana, lâyık olunanı vermek/verebilmektir.

Kişilerin eşitliği, adâletin [en kısa sürede] sağlanması için [tüze/hukuk önünde], tıpta ve yani hâkim, hekim ve hakem önünde geçerlidir. [Kişilerin, ille de bir farkı olacaksa/"oldurulacaksa", sadece bilgileri/bildikleri/marifetleri iledir/kadardır.]

Adâlet ancak hakikatten, saadet(sürekli mutluluk) ancak adâletten doğabilir.






ADÂLET DAİRESİ

Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.



Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.







HUKUK DAİRESİ


Temel ve fiziksel koşulların sağlanmasıyla gövdemizin gereksinimlerini çözmüş oluyoruz. Öteki varolanlardan ayrıştığımız özelliğimizle zihinsel koşulların da sağlanması gerekiyor. Bu koşulların da çok sayıda ve çok daha geniş alanlarda konu edilebileceğinden dolayı bazı sınırlandırmalara gereksinimi vardır. Bu sınırlandırmaları da belirli ölçüler ve dengelerle sağlamak gerekir. Tam bu noktada, hukuk, adâlet, özgürlük ve meşrûiyet başlıkları devreye girer.

Yaşamın, çeperdeki 360 (milyon) derecenin/noktanın ya da kişinin bulunduğu dairenin,
tek bir merkezi vardır. O da ancak, 
adâlettir. Bu, atmosferdeki ve yeryüzünde bulunan merkezdir.(1)

Adâletin merkezinde ya da temelindeki magma tabakası ise rızâdır.(4) Eşitlik değildir! 
Rızâ
, öncelikle bilgi/haber sahibi olmayı/kılmayı sağlayarak gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, rızânın ilk ayağı, dayanağı ve kaynağı, bilgi/haber verme ya da almadır.
( Adâletin kaynağı da, hedefi de,  durumdaki/olaydaki ilgili iki kişiden birinin, eğer çok sayıda kişi varsa hepsinin rızâsıdır. Adâlet, insanı (haklarını/hukuku) ve de kişinin/kişilerin rızâsını almaktır! Ya da kişinin/kişilerin rızâsını alabilecek/alacak biçimde düşünmek, konuşmak, hareket etmek ve yaşamaktır. )

Çeperde bulunan noktaların birleştirilebilmesi, ilişkide olabilmesi ve kalabilmesi, dairenin sınırlarını gösterebilecek çizgi/sınır çekilmesiyle yani tüze(hukuk)(2) ile sağlanır. Bu daire/alan içinde, adâlet ile hukuk arasındaki patika yolların oluş(turul)ması, olmazsa olmazımız olan özgürlüktür.(3) Özgürlük yolları(mızı) sağlamlaştırabilmek ise geçerliliğin(meşrûiyetin) nitelikli, ortak araçları ve koşulları(hareket/spor, felsefe, bilim ve sanat) ile sağlanabilir.


HUKUK DAİRESİ


 




YAŞAM:
ADÂLET ve/||/<>/< RIZÂ[BİLGİ/HABER]
( Bilgi/haber vermek, rızânın; 
rızâ, adâletin; 
adâlet de yaşamın temeli(nde)dir/merkezi(nde)dir. )

----------------------------------------------------------

Özgürlük, kişinin, 
"canının istediği gibi davranması" değil
istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır.





"Rızâ" başlıklı yazının tamamını şu adreslerden okuyabilirsiniz...




BEN / SEN: HEDEF değil HİTAP


"Ben" / "Sen" sözcükleri ve kullanımı, bir hedef değil hitap aracıdır!

Yaşamımızdaki bazı/birçok şey (bu/şu/o),
"benim/senin/onun için böyle/şöyle/öyle!"
"bana/sana/ona göre böyle/şöyle/öyle!"
ya da
ben/sen/o,
"öyle istiyorsa öyledir"
"öyle düşünmüyorsa öyle değildir"
gibi maalesef çokça kullanılan zırva ifadelerle hareket noktası oluşturulamaz! Yani kişi(kendi ya da başkaları), kendinden ve/veya başkalarından hareket ederek bir sonuç alamaz, yargıda bulunamaz/bulunmamalıdır.

Bu tür, "ben/sen/o" ifadeleri, hitap için kullanılmak yerine bir hedef olarak hiçbir şekilde kullanılamaz. Bu "yaklaşım" ya da "ifade tarzı", öznellikle, demokratlıkla ya da "faşizmle" hiçbir şekil ve koşulda bağlantılandırılamaz/bağdaştırılamaz ya da indirgenemez de!

Son yıllarda, özellikle de sinema/dizi, kitap ve internetin, bilimsel ve/veya kişisel araştırma ve yayınların, ülkemizde ve dünyada hızla yaygınlaşmasıyla, Amerika/Avrupa zihni ve diliyle yazılmış kitaplarda/filmlerde çokça kullanılan "Ben/Sen" sözcüklerinin etkisiyle de, ülkemizde, bazı/çoğu kişi tarafından yanlış/yamuk bir şekilde düşünsel çabası/becerisi yetersiz ya da benmerkezci kişilerin zihnine ve diline yerleşmiştir maalesef. 

Toplum olarak bir anda düzeltilemeyecek olsa da, bireysel olarak yeterli bilgi ve bilinçle çok şey değişebilir/değiştirebiliriz. Seninle ve sözcüklerini değiştirmekle başlayarak!...

Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.



KİŞİ/BİREY ve/değil/yerine KAVRAM/DURUM/OLAY


Bazı durumları yaşayan/deneyimleyen değil o durumu kim yaşarsa yaşasın, 
aynı süreç ve sonucun deneyimlenebilecekleri esastır, önceliklidir! Kavramlar, durum ve olaylar, hepimiz için ortak ve eşit bir konumdadır. Olaylar, gereksinimler, kişilere göre değil konulara, durumlara göre değerlendirilmek zorundadır.

Günlük yaşamdaki durumları, kişiler üzerinden değil ortak konularla, kavramlarla, olaylarla ya da düzenin geliştirilmesi için düşünmek ve konuşmakla başlamak durumundayızdır.  Öncelikli olan da kişilerden hareket ederek değil hepimiz için geçerli olan noktalardan yola çıkmaktır.

Dolayısıyla, "kime göre", "bana göre" sözlerinden, "sen-ben dili" içinde oluşan/oluşacak çatışma ve didişmelerden uzak durarak, ortak alanın/konuların öncelikli kılınması, o ortak alandaki paylaşılabileceklerin, yaşanabileceklerin dikkate alınması ve bunun öncelikli olduğunu sürekli anımsayarak/anımsatarak, kavramları/olayları öncelikli kılacak bir dil kullanmak zorundayızdır.

Kişiler arasında kıyas yapmadan, köktenci ve toptancı yaklaşmadan, genellemeden, indirgeyici ve özdeşleştirici tutumlar sergilemeden, saldırmadan ve içi tamamen boş "söz"ler söylemeden, kavramların bize değil bizim kavram, olay/olgu ve durumlara bağlı olduğumuzu anımsayarak düşünmemiz ve hareket etmemiz gerektiğinin bilinci ve isabetlilikleriyle yaşamayı yeğlememizin süreç ve sonuçları da istediğimiz/beklediğimiz gibi hepimizin koşul ve çıkarlarına uygun olacaktır.

Kişiyi, kavramsallaştırma! Kavramı, kişiselleştirme!
[ GENEL ile ÖZEL'i de karıştırma! ]



8 Ocak 2015 Perşembe

Güdülenme ve Sabır


Yaşam, Güdülenme(motivasyon) ve Sabır üzerine işlemektedir.

Herhangi bir işe başlarken çeşitli nedenlerle zihinsel hareketlilik başlatılır fakat uzun süren/sürecek işlerde ancak bir yere kadar yeterli olur. Güdünün tükenmeye başladığı noktada sabır devreye girer/girmelidir. İşin süresine, zorluğuna göre sabrın da yetmeyeceği noktaya gelinir. Sabrın tükendiği noktada da işin tamamlanması noktasına yaklaşılmıştır ve sona yaklaşmış olmanın güdülemesiyle de süreç/iş tamamlanır.



GÜDÜ(LENME) ve/> SABIR (< GÜDÜLENME)



Yaşam, [özellikle insan için] <GÜDÜLENME <> SABIR <> GÜDÜLENME> üzerinedir!
 [ Yin-Yang'ın da iki ayrı ve içiçeliğini yansıtan en verimli yaklaşımlardandır ]







YİN ve/<> YANG

İnsanlığın ilk simgelerindendir. ( İlki EL [çizen araç] olarak kabul edilir! [Eller beynin uzantısıdır!] )

Tüm insanlığa aittir!


Herhangi bir disiplinin ya da kültürün [özellikle Uzakdoğu'nun], tekeli altında kalamayacak kadar ortaktır.


Uyum, bütünlük ve dengeyi simgeler. (Zıtlıkla ya da "Her iyiliğin içinde kötülük, her kötülüğün içinde iyilik vardır" gibi basit tanımlarla tanımlanamayacak kadar derinliği olan bir simgedir!)

Aynı zamanda insanı, duruşunu, omurgayı simgeler!


Varolanları, yaşamı, olan biten herşeyi simgeleyebilecek kadar yalın ve sadedir.